Skip to main content
Category

Gluten

Hamilelikte Yenen Gluten Bebekte Diyabet Riskini Artırıyor mu?

Eylül 2018’de yayınlanan çok yeni bir çalışma (1), hamilelikte yenen gluten ile çocukta tip 1 diyabet gelişme riski arasında, miktara bağlı olarak artan bir ilişki tespit etmiş. Bu bilgiyi okuduğumda ilk aklıma gelen soru, “Suçlu gluten mi yoksa glutenin içinde bulunduğu işlenmiş karbonhidratlar mı?” oldu. Gelin makaleye birlikte bakalım…

British Medical Journal’da yayınlanan çalışmada, Ocak 1996’tan Ekim 2002’ye kadar 67 565 hamilelik sırasında, 63 529 kadına hamileliklerinin 25. Haftasında yedikleriyle ilgili bir anket yapılmış. 360 yiyecek çeşidi sunularak son 4 haftada bunlardan ne sıklıkta yedikleri tespit edilmiş. Daha sonra bu yiyeceklerde bulunan gluten hesaplanmış. Çıkan sonuca göre kadınlar gruplara ayrılmış. En az gluten tüketen grup günde 7g’dan az tüketirken, en fazla gluten alanlar ise günde 22g’dan fazla gluten alıyormuş. Her gıdada değişen oranlarda gluten var ancak fikir vermesi açısından bir dilim ekmekte 1,5-5g gluten olduğunu söyleyebiliriz (6)(7).

Çalışmanın ikinci bölümünde, 1 Ocak 1996’dan 31 Mayıs 2016’ya kadar olan dönemde, Danimarka Çocukluk ve Büyüme Çağı Diyabet Kurumu verilerinden faydalanılarak bu annelerin kaçının çocuklarında tip1 diyabet geliştiği tespit edilmiş. Ortalama 15 yıl süren bu dönemde 247 çocukta (çocukların %0,37’sinde) tip 1 diyabet geliştiği görülmüş. Tip 1 diyabet gelişme riski, tüketilen glutenle birlikte artmış ve en fazla gluten yiyenlerde bu riskin en az yiyenlerdekinin iki katı kadar olduğu görülmüş.

Artan bu riskin annelerin kilolu olmalarıyla bir ilişkisi olup olmadığı sorgulanmış ve burada ilginç bir tablo ortaya çıkmış. Grupların içerisinde vücut kitle indeksi normal, normalden düşük ve normalden yüksek olan annelerin tüm gruba göre oranları tespit edilmiş ve bu oranlar diğer gruplarların oranlarıyla karşılaştırılmış. En fazla gluten tüketen gruptaki annelerden, vücut kitle indeksi normal değerler içinde olan annelerin oranı, en az gluten tüketen gruptaki “normal” kilolu annelerin oranından daha fazlaymış. Bunun üzerine, en az gluten tüketenlerin kiloları normalden daha mı düşüktü acaba diye kontrol ettim ve aksine bu gruptaki kilolu annelerin oranının daha yüksek olduğunu gördüm. Yani en az gluten yiyenler genel olarak daha kiloluymuş diye özetleyebiliriz. Bu yüzden tip 1 diyabet görülme oranıyla annelerin vücut kitle indeksleri arasında doğru orantılı bir ilişki kurulamamış. Yani artan tip 1 diyabet gelişme riskini direkt olarak annelerin fazla kilosuna bağlayamamışlar.

Ayrıca gluten tüketimi arttıkça alınan toplam kalori de arttığı halde, sensitivite analizlerinde, alınan kaloriyle tip 1 diyabet gelişme riski arasında da anlamlı bir ilişki bulunamamış. Bu yüzden suçlunun glutenli yiyeceklerdeki yüksek kalori değil glutenin kendisi olması ihtimali biraz daha artıyor.

Bu bulgulara rağmen, araştırmacılar tip 1 diyabeti olan çocukların annelerini incelediklerinde, önceden çocuk sahibi olan, yaşı daha büyük ve fazla kilolu/obez kadınların glutene karşı daha hassas olabileceği sonucunu çıkarmışlar.

Araştırmacılar, bu kadar fazla kadın üzerinde yapılmasına rağmen, tespit edilen tip 1 diyabetli çocukların sayısının büyük olmamasından dolayı bu çalışmanın istatistiki olarak kısıtlı olduğunu söylüyorlar. Ayrıca gözlemsel çalışmalarda her zaman ölçülemeyen, gözden kaçan değişkenler olabileceğinin de altını çiziyorlar.

Araştırmacılar, az gluten tüketen annelerin, çocuklarını da benzer şekilde gluten miktarı düşük bir diyetle beslemiş olabileceği ve diyabet gelişme riskinin bu yüzden azalmış olabileceği tezini de ele almışlar. Çünkü, daha önce yapılan araştırmalarda çocuğun tükettiği gluten miktarının, ilk olarak ne zaman glutenle tanıştığının ve bu tanışma şeklinin otoimmün (Tip 1) diyabet gelişme riski üzerinde etkileri olabileceği görülmüş. Ancak araştırmacıların daha önce yine kendilerinin yaptıkları hayvan deneylerinde gözlemledikleri çok ilginç bir bulgu var: hamilelik sırasında tamamen glutensiz beslenmek diyabet gelişme riskini “neredeyse tamamen” ortadan kaldırıyor (2) (3). Bu bulgunun sadece hayvan deneylerinde görüldüğünü yinelemek istiyorum, yani insanlarda da bu sonucu verir mi sorusunun henüz net bir cevabı yok. Ama yukarıda bahsettiğim çalışmayı da hesaba katınca glutenin veya onunla ilişkili başka bir bileşenin, gerçekten de bu hastalığın gelişmesinde bir rolü olabileceği ihtimali artıyor.

Glutenle tip 1 diyabet arasındaki ilişkiye dair başka çalışmalar da var. Örneğin tip 1 diyabetli çocuklarda 6 ay boyunca glutensiz beslenme gözle görülür şekilde olumlu değişikliklere neden olmuş ve kısmi remisyon görülme oranı artmış(4). Başka bir vakada, yeni tanı konulmuş 6 yaşındaki bir çocukta glutensiz beslenme ile hastalık insülin kullanmadan kontrol altında tutulabilmiş (20 ay sonra çocuk hala insülin kullanmıyormuş)(5). Ayrıca tip1 diyabeti olanlarda, glutenle bire bir ilişkili bir otoimmün hastalık olan çölyak görülme olasılığının daha yüksek olduğunu da biliyoruz (8) (9) (10) (11).

Bana göre sonuç…

Hamilelerde yapılan yukarıdaki araştırmanın, klinik bir deney olmaması, gözlemsel bir çalışma olması gibi nedenlerle, “Hamilelikte gluten tüketmek tip 1 diyabet gelişmesini kolaylaştırıyor” demek biraz iddialı olabilir. Ayrıca bağırsak mikrobiotasındaki dengesizlik, maruz kalınan biyolojik ve kimyasal toksinler vb. birçok başka etken de glutenin böyle bir zarar vermesini sağlayacak zemini hazırlıyor olabilir. Yine de daha önceki başka çalışmalardan da biliyoruz ki, gluten yalnızca tip 1 diyabette değil, bütün otoimmün hastalıklarda bağırsak geçirgenliğini artırmak ve bağışıklık sisteminde normalden farklı bir yanıta sebep olmak suretiyle rol oynuyor. Bu yüzden, bir gün insanlarda yapılan klinik deneylerde de hamileyken glutensiz beslenmenin, tip1 diyabeti ve hatta başka otoimmün hastalıkları büyük oranda engelleyebildiği bulunursa bu sürpriz olmaz.

Açıkçası glutensiz beslenmenin sosyal hayatta yarattığı zorluk dışında hiçbir kötü tarafı olduğunu da düşünmüyorum. Aksine, hiçbir besleyiciliği olmayan, gereksiz, işlenmiş yüzlerce yiyeceği hayatımızdan çıkarmak başta olmak üzere, birçok artısı var… Tip 1 diyabet gelişen hastalarda genetik bir yatkınlık olduğunu bilmek de annelerin glutensiz beslenip beslenmemeye karar vermesinde yardımcı olabilir. Özellikle de ailelerinde böyle bir öyküsü olan anne adaylarının, yapılacak başka çalışmaları bekleyip zaman kaybetmektense glutensiz diyete şans vermeleri, çocuklarında gelişebilecek tip 1 diyabete karşı alabilecekleri zararsız bir önlem olabilir. Tip 1 diyabetin ne kadar zor bir durum olduğu düşünülürse annenin katlanacağı bu zahmete fazlasıyla değer bana kalırsa…

Kaynaklar:

  1. https://www.bmj.com/content/362/bmj.k3547
  2. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/27642610?dopt=Abstract
  3. https://onlinelibrary.wiley.com/doi/full/10.1002/%28SICI%291520-7560%28199909/10%2915%3A5%3C323%3A%3AAID-DMRR53%3E3.0.CO%3B2-P
  4. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4936999/
  5. http://casereports.bmj.com/content/2012/bcr.02.2012.5878?ijkey=9fb6d7531f909d598decc7f1b1396daa0f9be857&keytype2=tf_ipsecsha
  6. https://www.beyondceliac.org/research-news/researchers-now-say-gluten-challenge-can-be-modified-814/
  7. http://celiacindia.org.in/gluten-free-beyond/gluten-free-diet/what-is-gluten-free/gluten-math/
  8. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/29855860
  9. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/19239789
  10. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/30169235
  11. http://www.greenmedinfo.com/article/adults-type-1-diabetes-have-higher-prevalance-celiac-disease-associated-antibo

Önceki yazılar:

Sahi Neden Glütensiz Besleniyoruz?

Glüten konusuna aslında daha önce başka yazılarımda değinmiştim. Ve bu konunun çok konuşulduğunu ve temel kavramların aşıldığını düşünüyordum. Ancak hala özellikle sosyal medyada (instagram!) yanlış bilgilerin dolaşabildiğini görüyorum. Bu yüzden glüten konusunu, yine bu konuda yapılmış çalışmalar üzerinden açıklamaya çalışacağım.

Yine glüten nedir, nelerde bulunur kısmına girmeyeceğim. Bunlar zaten tartışma yaratacak noktalar olmadığı için herhangi bir kaynaktan bulabilirsiniz. Ben onun yerine glütenle ilgili bazen yanlış anlaşılabilen noktalara değinmek istiyorum. Madde madde anlatırsak daha kolay anlaşılabilir.

1 – Gluten nasıl zarar verir?

Her zaman referans gösterdiğim, glüten konusunda çok sayıda önemli araştırmaya imza atmış gastroenterolog Alessio Fasano’ya göre glüten, bağırsaklarımızda bulunan ve gıdaların vücuda geçişini kontrol eden “sıkı bağlantılar” adlı kapıların normalden uzun süre açık kalmasına sebep olur. Bunu “zonulin” adlı bir proteini artırarak yapar (1). Bu kapıların normalden uzun süre açık kalması, bağırsak geçirgenliğinin artması anlamına gelir. Artan bu bağırsak geçirgenliği, yatkınlığı olan kişilerde otoimmün hastalıklar gelişmesine zemin hazırlar; çünkü bağırsaktan vücuda yabancı maddelerin geçişini kolaylaştırır ve bağışıklık sistemini tetikler (2).

2 – Glüten herkese zarar verir mi?

Fasano’nun laboratuvar ortamında, biyopsiler üzerinde yaptığı çalışmaya göre, (glüteni oluşturan yapılardan biri olan) “Gliadin  maruziyeti sonrasında bağırsak geçirgenliğinin artışı, bütün bireylerde görülür,” (3). Ancak aktif çölyak hastaları ve çölyak olmayan gluten hassasiyeti olanlarda bağırsak geçirgenliğindeki artış, sağlıklı bireylerin dokularının geçirgenliğindeki artıştan daha fazladır. Yani gluten herkeste bağırsak geçirgenliğini az veya çok artırır; ancak bazılarımızda bu artış daha fazladır ve daha uzun sürer, diğerlerinde ise daha az olur. Geçirgenliğin artması ise bağırsakta bulunan yeteri kadar sindirilmemiş besin parçalarının (glutenin kendisi gibi) ve bakteri toksinlerinin (LPS) vücuda daha kolay geçebilmesi anlamına gelir. Fasano’nun bir röportajında açıkladığı üzere, bazı insanların bağışıklık sistemi, bu geçen yabancı saldırganları hemen orada kolayca defederken, diğerlerinde kontrolden çıkarak durdurulamayan bir iltihabi reaksiyonlar zincirini başlatabilir (4).

Artmış bağırsak geçirgenliğinin, bütün otoimmün hastalıklarda hastalığın ortaya çıkması için gerektiğini yeniden hatırlatalım. Yani şu anki bilgilerimize göre, aktif bir otoimmün hastalığınız varsa bağırsak geçirgenliğiniz mutlaka artmıştır ve bu geçirgenliği daha da artıracak olan glutenin size zarar vermediğini söylememiz mümkün değildir.

Ayrıca bozulan bağırsak mikrobiotasının da glütenin bu zararları yaratması için ortam hazırlayabileceği üzerinde duruluyor. (Bununla ilgili daha önce başka bir yazı yazmıştım.) Gerçekten de bazı insanlarda glüten uzun yıllar sorun oluşturmazken, bir anda sorunlu hale gelebiliyor. Glütene bağlı sorunların en ileri versiyonu olan çölyak hastalığı bile bazen çok ileri yaşlarda ortaya çıkabiliyor. Halbuki tek sorun glüten olsaydı bebeklikte glütene maruz kalır kalmaz çölyak belirtilerinin ortaya çıkması gerekirdi. Demek ki glütenin zarar vermesi için başka faktörlerin de olması gerekiyor.

3 – “Çoğunlukla glütensiz besleniyorum”

Eğer çölyak, buğday allerjisi ya da çölyak olmayan glüten hassasiyetiniz yoksa – ki bu sonuncusunu teşhis etmenin kesin bir yöntemi yok- veya bağırsak geçirgenliğinin arttığını düşündüren bir hastalığınız yoksa bunu yapabilirsiniz ancak bunun adı “glütensiz beslenme” olmaz. Bu gibi sebeplerle glütensiz besleniyorsanız, hiç kaçamak yapmadan % 100 glütensiz bir diyetinizin olması gerekiyor. Aksi takdirde, ara ara yediğiniz glüten, yukarıda bahsettiğim dengesi bozulan iltihabi yanıtı tekrar tekrar tetikleyecek ve iyileşmeyi engelleyecektir.

Tabi ki kaçamak yapıp yapmamak sizin bileceğiniz iş, ancak bu kaçamağı yaparken bilin ki bunun yarattığı yıkım maalesef birkaç gün içerisinde geçmiyor. Vücutta glutene karşı oluşan antikorların yok olması 6 aya kadar sürebiliyor (5). Yani “bu seferlik yeseniz ne olur?”; eğer vücudunuz glütene karşı antikorlar üretiyorsa, bir kerecik glüten yemeniz size aylarınıza mal olabilir. Ayda bir böyle kaçamaklar yaparsanız iyileşmeniz mümkün olmayabilir.

Ancak yine yukarıda yazdığım gibi sızıntılı bağırsağınız, gluten hassasiyetiniz, çölyak hastalığınız yoksa ama yine de glütenden uzak durmaya çalışıyorsanız, o zaman, yaptığınız kaçamakların -o an için- düzgün çalışan bağışıklık sisteminiz tarafından halledileceğini düşünebilirsiniz.

4 – “Glütenin böyle zarar vermesine buğdayın genetiğiyle oynanması sebep oldu”

Bu ifadenin kısmi doğruluğu olduğunu söyleyebiliriz ancak tek suçlu bu olsaydı bu sorunların bütün insanlarda görülmesi gerekirdi. Demek ki glüten başka sorunların da eşlik etmesi durumunda çölyak ya da başka otoimmün hastalıklara ya da çölyak olmayan glüten hassasiyetine sebep oluyor.

Zaten yukarıda bilim insanlarının da bu ihtimal üzerinde durduklarını söyledim. Örneğin bağırsaklarınızdaki bakterilerin dengesinin bozulmasının glütenin sorun oluşturması için zemin hazırladığı düşünülüyor.

Ayrıca özellikle çölyak hastalarının %95’inde belirli bir gen diziliminin görülüyor olması, genetik yatkınlığın da bu durumda payı olduğunu gösteriyor. Bahsedilen bu genetik dizilim, çölyak olmayan gluten hassasiyeti bulunanlarda da normal nüfusa göre daha fazla görülüyor (6).

Bununla beraber, bilim insanları atalık buğdayın (Triticum monococcum – Siyez buğdayı), sindirim enzimlerimiz tarafından daha kolay parçalandığını ve immün sistemi aktive etme potansiyelinin daha az olduğunu göstermişler (6). Hatta çölyak hastalarının bile bu buğdayı daha kolay tolere edebildiği görülmüş. Ancak bu hastalar histolojik ve serolojik olarak incelendiğinde, yani daha yakından dokularına bakıldığında, atalık buğdayın çölyak hastaları için hala toksik olduğu görülmüş. Bu tohumlardaki gluten yapısı modern buğdaydakinden farklı olsa da, bir kez çölyak geliştiğinde bu tohumlar bile zarar verebiliyor. Yine de Fasano, genetiğiyle oynanmamış buğdayın çölyak olmayanlarda çölyak gelişmesini engellemede değeri olabileceğini söylüyor (6).

Sorunun yalnızca buğdayda olmayabileceğini gösteren bir çalışmayı da buraya eklemek istiyorum. Tek bir hasta üzerinde yapılan bu klinik deneyi ben oldukça ilginç buldum. 10 yıldır glütensiz beslenen ve bozulan ince bağırsak yüzeyi tamamen iyileşmiş olan bir çölyak hastasına seyreltilmiş gluten verilmeye başlanıyor. Verilen glütenin dozu giderek artırılıyor ve 6. ayın sonunda hasta normal bir insanın yediği miktarda glüten alır hale geliyor. 9. Aydan sonra da tamamen serbest bir diyete geçiyor. Çalışma boyunca sık sık endoskopi yapılıyor ve 15. aydaki endoskopide bile hastanın ince bağırsak yüzeyinin hala iyi durumda olduğu, çölyaklılarda görülen hasarın görülmediği saptanıyor (7). Glüten bu hasta için sorun olmaktan çıkmış görünüyor. Ancak birkaç sene sonra bu hasta hala rahatça glüten tüketebiliyor muydu bilmiyoruz.

Bunun yalnızca tek bir hastayı konu aldığını yeniden vurgulamak gerek. Maalesef çölyak hastalarının çoğu yıllarca glütensiz diyet yapsalar bile hastalıklarını remisyona sokmakta zorlanıyorlar (8) Yine de bu çalışmayı, glütenin zarar vermesi için başka koşulların da gerekebileceğini göstermesi açısından dikkat çekici buluyorum.

Bu yazdıklarımdan GDO’lu buğdayın zararsız olduğunu kast ettiğim anlaşılmasın. Yukarıda da belirttiğim gibi atalık buğday vücudumuz tarafından çok daha kolay sindiriliyor ve sızıntılı bağırsak gelişmesi riskini azaltabilir. Ancak herşey GDO’dan demek, sorunun diğer ayaklarını aramamıza engel olabilir. Bu yüzden her zaman şüpheciliğe ve soru sormaya devam!

5 – Glütensiz beslenmemizin asıl sebebi glütenin yerine sağlıklı alternatifleri koyabilmek mi?

Tabi ki hayatınızdan ekmek ve makarnayı çıkarıp bol katkı maddeli ve GDO’lu glütensiz ekmek ve glütensiz makarnayı koymanız pek mantıklı değil. Ancak yukarıda da yazdığım gibi glütensiz beslenmemizin asıl sebebi, glüteni ortadan kaldırmak istememiz! Zonulini artıran, sızıntılı bağırsağa sebep olan ve iltihabi reaksiyonları tetikleyen asıl suçlu glüten. Bu yüzden sızıntılı bağırsağı iyileştirmenin ilk adımı sızıntıya katkıda bulunan sebebi ortadan kaldırmak. Ancak bu genelde yeterli değil ve iyileşme için temiz bir beslenmeye geçmek ve vücuda ihtiyaç duyduğu besinleri vermek de büyük önem taşıyor. Yine de “Zaten asıl amaç sağlıklı seçimler yapmak” yaklaşımı bence biraz hedef şaşırtıyor ve o bahsettiğimiz kaçamakların yapılmasına zemin hazırlıyor.

6 – Bonus Madde: İlerde Glüten değil ATI ismini duymaya başlayabiliriz!

ATI’ler (Amilaz Tripsin İnhibitörleri), glutenin içinde bulunan ve tohumun böcek ve parazitler tarafından yenmesine engel olmak için savunma mekanizması olarak geliştirdiği maddeler. Son yapılan çalışmalar ATI’lerin immün sistem tarafından tehlike olarak algılandığını, bu yüzden de glütene bağlı şikayetlerin asıl sorumlusunun bunlar olabileceğini gösteriyor. ATI’ler 1973’te ilk defa keşfedildiğinde, tohumun böceklere karşı dayanıklılığını artırdıkları fark edilmiş ve genetik mühendisliği hemen bunu nasıl kullanabiliriz diye kolları sıvamış. Bu yüzden, yine atalık tohumlarda bulunan ATI miktarları çok daha az (9).

Bu bilgiler hakkında kişisel yorumum;

Bir kez bağırsak düzenimiz bozulduysa, iyileşme sağlayana kadar %100 glütensiz beslenmeliyiz. Burada “iyileşme sağlama”nın tam tanımını yapmak zor.  Sahip olduğunuz hastalıklar remisyona girmiş olabilir, hiçbir bağırsak belirtisi yaşamıyor olabilirsiniz. Bu yüzden de iyileştiğinizi düşünüp glütene şans vermek isteyebilirsiniz. Ancak bağırsağınızda henüz sağlıklı bir mikrobiota oluşturamamış olabilirsiniz. Zira bunu probiyotiklerle oluşturmamız gerçekten zor! Genetik yapınız ve daha bilmediğimiz başka nedenler de sizi şanssız bir pozisyona sokuyor olabilir. Bu durumda da glüten yeniden sorunlu hale gelip hastalıklarınızı alevlendirebilir.

Yine de umutsuz değilim. Gerek çölyak gibi glütene bağlı ciddi hastalıkların çok geç yaşlarda ortaya çıkabiliyor oluşu, gerek bakterilerin rolü üzerinde duran yeni çalışmalar, gerekse atalık tohumların gösterdiği farklı karakter, glütene bağlı sorunların önlenebileceğine işaret ediyor olabilir. Hatta ileride dışkı nakli (fekal transplantasyon) gibi umut vaat edici yöntemleri yeni elde edilecek bilgilerle birleştirerek hastaların tamamen tedavi edilmesi bile söz konusu olabilir.

Kaynaklar
  1. Fasano, A. (2012). Intestinal Permeability and its Regulation by Zonulin: Diagnostic and Therapeutic Implications. Clinical Gastroenterology and Hepatology : The Official Clinical Practice Journal of the American Gastroenterological Association, 10(10), 1096–1100. http://doi.org/10.1016/j.cgh.2012.08.012
  2. Fasano, A. (2012). Zonulin, regulation of tight junctions, and autoimmune diseases. Annals of the New York Academy of Sciences, 1258(1), 25–33. http://doi.org/10.1111/j.1749-6632.2012.06538.x
  3. Hollon, J., Leonard Puppa, E., Greenwald, B., Goldberg, E., Guerrerio, A., & Fasano, A. (2015). Effect of Gliadin on Permeability of Intestinal Biopsy Explants from Celiac Disease Patients and Patients with Non-Celiac Gluten Sensitivity. Nutrients, 7(3), 1565–1576. http://doi.org/10.3390/nu7031565
  4. https://chriskresser.com/pioneering-researcher-alessio-fasano-m-d-on-gluten-autoimmunity-leaky-gut/
  5. Mainardi, E., Montanelli, A., Dotti, M., Nano, R., Moscato, G. (2002). Thyroid-Related Autoantibodies and Celiac Disease: A Role for a Gluten-Free Diet? Journal of Clinical Gastroenterology. 35(3):245-248. https://insights.ovid.com/pubmed?pmid=12192201
  6. V. Rotondi Aufiero, A. Fasano, G. Mazzarella. (2018). Non-Celiac Gluten Sensitivity: How Its Gut Immune Activation and Potential Dietary Management Differ from Celiac Disease. Mol. Nutr. Food Res, 62, 1700854. https://doi.org/10.1002/mnfr.201700854
  7. G. Patriarca, N. Pogna, G. Cammarota, D. Schiavino, C. Lombardo, E. Pollastrini, T. De Pasquale, A. Buonomo, F. Nocente, L. Gazza, D. Pietrini, L. Miele, E. Nucera, and G. Gasbarrini. (2005). An Attempt of Specific Desensitising Treatment with Gliadin in Celiac Disease. International Journal of Immunopathology and Pharmacology. https://doi.org/10.1177/039463200501800413
  8. https://scdlifestyle.com/2012/03/the-gluten-free-lie-why-most-celiacs-are-slowly-dying/
  9. Yolanda, R.-O., Jordi, M., Lara, M. (2018). Amylase–Trypsin Inhibitors in Wheat and Other Cereals as Potential Activators of the Effects of Nonceliac Gluten Sensitivity Journal of Medicinal Food, 21:3, 207-214 https://www.liebertpub.com/action/showCitFormats?doi=10.1089%2Fjmf.2017.0018
error: İçerik izinsiz kullanılamaz!