Bana kalırsa kalp hastalıklarının en fazla göz ardı edilen kök nedeni diş enfeksiyonları olabilir. Aslında diş enfeksiyonları ve kalp hastalıkları arasındaki bağlantı uzun zamandır biliniyor. Ancak maalesef risk altındaki kişilere kolesterol ilacı reçete edilmesi, diyet, egzersiz gibi önerilerle birlikte ağızda bulunabilecek gizli enfeksiyonların kontrol edilmesi önerisi henüz rutin olarak uygulanmıyor.
Bu enfeksiyonları, diş etiyle ve diş köküyle ilgili olanlar diye ikiye ayırırsak, bunlardan diş eti kaynaklı olanların kalp hastalığına etkisinin daha iyi bilindiğini söyleyebiliriz. Ancak son yıllarda artık dişin kökünün ucundaki yani çene kemiği içindeki kronik iltihapların da kalp hastalıklarıyla ilişkisi üzerinde durulmaya başlandı.
Apikal periodontitis denilen bu durumun en yaygın sebebi, diş çürüğünün ilerleyerek dişin merkezinde bulunan ve dişi besleyen damar ve sinirlerin bulunduğu “kanal”ı enfekte etmesi ve bu enfeksiyonun kök ucunda iltihaba yol açması diyebiliriz. Bazense hiç çürük olmayan bir dişte de travma sebebiyle apikal periodontitis oluşabiliyor(1).

Apikal Periodontitis CRP’yi yükseltiyor
Journal of Endodontics’te yayınlanan 2019 tarihli bir makale apikal periodontitisli dişlerin kandaki iltihabi elamanların varlığıyla ilişkisini sorgulayan 20 çalışmayı incelemiş ve şöyle bir sonuca varmış: Diş kökleri ucundaki kronik iltihaplar, CRP ve başka iltihabi elemanları yükseltiyorlar ve vücutta düşük seviyeli kronik iltihap bulunmasında pay sahibi oluyorlar. (2)
CRP değerinin kronik olarak yüksek seyretmesi, kalp krizi gibi ani kardiyak olayların gelişmesi riskinin yüksek olduğu anlamına geliyor. Üstelik CRP değeri yalnızca bir risk göstergesi değil; CRP, damarları tıkayan plakların yapısında tespit edildiği için, bu plakların oluşmasında ve damar çeperindeki iltihabın tetiklenmesinde rolü olduğu düşünülüyor.
CRP seviyesinin 10mg/L’den düşük olması akut iltihap olmadığı anlamına geliyor ancak vücutta kronik düşük seviyeli seyreden bir iltihap olmadığını garantilemiyor. 1-3mg/L arasındaki değerler kalp hastalıkları açısından orta seviyede riskli sayılırken, 3’ün üzerine çıktığında yüksek risk anlamına geliyor. Bu yüzden apikal periodontitis gibi vücutta kronik düşük seviyeli iltihaba yol açabilecek bir durumun tedavi edilmesi kalp hastalığı riskini azaltmak açısından büyük önem taşıyor.
Daha önce başka bir yazımda paylaştığım şu araştırma (3) da bu ilişkiyi daha çarpıcı şekilde vurguluyor. Bu çalışmada kalp krizi geçiren 101 hastada, damarları tıkayan pıhtı örnekleri incelenmiş ve hastaların %80ine yakınında pıhtıda diş köküne ilişkin patojen bakteriler tespit edilmiş. Yani bakterilerin vücuda direkt geçişine izin veren bu tip lezyonlar hem bakterilerin kendileri hem salgıladıkları toksinleri hem de tetikledikleri iltihabi mediatörler aracılığıyla kalp hastalığı ve kronik iltihap riskini artırabilirler (4).
Ağzınızda böyle bir iltihap olsa bundan haberiniz olmaz mı?
Maalesef olmayabilir. Bu tip kronik iltihaplı dişler hiçbir belirti vermeden yıllarca çene kemiğinde durabiliyorlar. Aslında çoğunlukla başlangıçta bir ağrı ya da uzun uzun sızlamalar olabilir. Daha sonra bu ağrı geçebilir ve iltihap alevlenmedikçe çoğu insanda ciddi şikayete sebep olmayabilir.
Bir kez daha vurgulamak istiyorum ki ağrı bir süre sonra kendi kendine bile geçebilir ve bu, sorunun çözüldüğü anlamına gelmez! Yani ağrıyan bir dişin ağrısı kendi kendine, antibiyotikle veya ağrı kesiciyle veya homeopatiyle veya iyotla veya sülükle ya da herhangi başka bir şeyle geçtiyse, bu o dişin içindeki enfekte dokuların temizlenmesini sağlayamayacağı için uzun vadede bu enfekte dokuların kök ucunda yaratacağı iltihabın önüne geçemez (Antibiyotik, ağrı kesicinin gerekli olduğu yerler var, homeopati kızımı iyileştirdi ve iyotu yıllardır kullanıyorum ama burada durum farklı!). Neden? Çünkü kullanılan ilaç ne olursa olsun artık bu aşamaya gelmiş bir dişin içine erişimi olamaz. Bunun sebebi, enfekte olan dişin içindeki damarların iltihap yüzünden artık “kangren” olması yani burada kanlanma olmaması diyebiliriz. Burası artık damarların sinirlerin erişebildiği bir yer olmaktan çıkar. Bu yüzden ilaçlar yalnızca kökün ucunda etki gösterip bir süreliğine rahatlama sağlayabilirler ya da iltihabın çok daha fazla yayılmasına engel olabilirler ancak eğer dişe müdahale edilmezse (ki bu ancak kanal tedavisi ya da diş çekimi şeklinde olabilir) burada kronik bir iltihap oluşmasını engelleyemezler.

Kısacası, apikal periodontitis, bir ara ağrımış ama bir şekilde ağrısı geçmiş dişlerde, hiçbir belirti vermeden yıllarca durabilir. Bazı hastalar o bölgede hafif bir rahatsızlık olduğunu ya da diğer dişlerinden farklı hissettiğini belirtir. Üst dişlerin bazılarında görülen apikal periodontitis sinüzite de sebep olabilir. Daha şanslı olan hastalarda ise bu dişler rahatsızlık yaratır ve durumun fark edilmesini sağlar.
Enfekte dokuların kök ucunda iltihaba yol açmaması için uygulanabilecek yöntemlerden biri kanal tedavisidir. Kanal tedavisinde dişin içi (kanalı) temizlenip doldurulur. Ancak daha önce bir yazımda detaylıca anlattığım gibi, maalesef bazen bu temizleme işlemi dişin içindeki kanalların karmaşık morfolojisi ve dişin sert kısmının da binlerce incecik kanalcıktan oluşuyor olması yüzünden ideal şekilde yapılamayabilir (Ve itiraf etmek gerekirse bazen de diş hekiminin gereken özeni göstermemesinden ötürü kanal tedavisi iyi yapılmamış olabilir). Bu yüzden bazen kanal tedavili dişlerde de bu tip apikal periodontitis lezyonları gelişebilir. Burada da yine bir uyarı yapmak isterim! Kanal tedavilerinin genel sağlığımıza etkileriyle ilgili soru işaretleri olsa da, her zaman ideal sonuçlar alınamasa da bu tedavinin şimdilik tek alternatifi dişi çekmektir, dişi öyle bırakmak değildir. Kanal tedavisi yapılması hiçbir şey yapılmamasından çok çok daha sağlıklıdır. Yapılmadığında, iltihap çok daha hızlı ilerler ve daha büyük boyutlara ulaşır.
O Halde Apikal Periodontitis Varlığı Nasıl Anlaşılır?
Yukarıda da açıklamaya çalıştığım gibi diş kökündeki bu tip kronik iltihaplar çok ciddi şikayetlere neden olmayabileceği için, çoğu zaman diş hekiminin yaptığı muayenelerde, radyolojik görüntülerin alınmasıyla tespit edilebilirler.
Son yıllarda yapılan çalışmalarda ve klinik gözlemlerimizde gördüğümüz kadarıyla, tomografilerle elde edilen görüntüler klasik röntgenlerde göremedeğimiz bazı lezyonları ortaya çıkarabilmektedir (5). Bu yüzden daha detaylı bir tarama isteniyorsa ya da şüpheli bir durum varsa tomografiye başvurmak daha iyi sonuç verecektir.
Bazen kanal tedavisi yapılmış ve küçülmekte olan lezyonlar da hala apikal periodontitis görüntüsü verir. Bu yüzden görüntülerin hasta hikayesiyle birlikte değerlendirmesi gerektiğinin tekrar altını çizelim.
2 – https://www.jendodon.com/article/S0099-2399(19)30583-7/fulltext