Bugün başlayan, internet üzerinden ücretsiz olarak (İngilizce) izleyebileceğiniz “IBS ve SIBO SOS Zirvesi”ni takip ederek sizlere bu konudaki son gelişmeleri ve çeşitli doktorların tecrübelerini aktarmaya çalışacağım (bu linkten kayıt olarak siz de takip edebilirsiniz). Bu zirve geçen senelerde de yapılmıştı ve SIBO’ya dair çok kapsamlı bilgilere yer verilmişti. Ben de daha önceki SIBO yazılarımda buradan edindiğim bilgilerden çok faydalanmıştım. Konuşmacılar SIBO ve bağırsak sağlığı konusunda uzmanlaşmış, son gelişmeleri yakından takip eden, hatta bu gelişmelere imza atan önemli isimler. Öyle ki, maalesef anlattıkları bazı testler ve uygulamalar henüz klinik pratiğe bile yansıyabilecek seviyede değil. Yine de bilgilerin daha fazla yayılabilmesi ve uygulamaya geçirebilecek insanların bunlarla karşılaşma ihtimalinin artması adına ben ilginç bulduklarımı paylaşmak istiyorum.
Sibo konusunda Türkiye’de de bilinç, en azından hastalar arasında artmaya başladı diyebiliriz. Ancak yazılarımdan dolayı bana ulaşan çoğu hastadan genelde Colidur (Rifaximin) kullanımının inceliklerine dair sorular alıyorum. Sosyal medyada gördüğüm bazı paylaşımlarda ise durum daha çok diyetle düzeltilmeye çalışılıyor. Bu yaklaşımlar tedavinin parçaları olabilseler de her zaman olduğu gibi “altta yatan etken”i bulmanın çok önemli olduğuna inanıyorum. Özellikle de SIBO gibi çok sık nüks edebilen bir durumda… Maalesef bilinçaltımıza yerleşen “ilaç içerek iyileşme” düşüncesi birçok hastayı (ve doktoru) bütünsel bakış açısından uzaklaştırıyor. Bu zirve vasıtasıyla bu konudaki düşüncemi de kısaca verdikten sonra bugünkü konuşmacılardan Allison Siebecker’ın anlattıklarından önemli başlıklara geçebiliriz.
- IBS (irritabl bağırsak sendromu) ve SIBO arasındaki fark ne?
“ IBS, semptomlara göre tanımlanan bir hastalık, yani gözle görebileceğimiz ülser gibi bir bulgudan bahsedemiyoruz. IBS tanısının konması için gereken bu semptomlar; karında şişlik, karın ağrısı, kabızlık, ishal veya her ikisinin dönüşümlü olarak görülmesi. Bu semptomların birçok farklı sebebi olabilir ve semptomlar arada kaybolup geri gelebilir.
“ IBS şu anda en sık rastlanan fonksiyonel gastrointestinal bozukluk, çünkü yalnızca bir grup semptomdan ibaret. Yani aslında büyük ihtimalle insanlara IBS’leri olduğu söyleniyor ve buna sebep olan, tanı konulmamış bir durum olabileceği düşünülmüyor.
“ SIBO ise daha net bir tanıma sahip: ince bağırsakta bakteri birikimi. SIBO’nun, IBS türlerinden biri olan ‘enfeksiyon sonrası gelişen IBS (gıda zehirlenmeleri sonrası ortaya çıkan IBS) in altında yatan ana sebep olduğu düşünülüyor. Besin zehirlenmesi geçiriyorsunuz, düzeliyorsunuz, ancak bir süre sonra IBS semptomlarıyla karşılaşıyorsunuz. SIBO’da ortaya çıkan semptomlar IBS semptomlarından olduğu için SIBO, IBS’e sebep oluyor diyebiliriz.
“ SIBO’nun da IBS’in de besin zehirlenmeleri dışında sebepleri olabilir.” (Siebecker’ın listesine göre IBS’e sebep olabilecek 45’ten fazla durum olabilir!)
“ Ancak IBS, sebebi bilinmeyen bir hastalık olarak geçiyor.”
- Enfeksiyon sonrası IBS nasıl oluşuyor?
Bu sorunun cevabını, tedavi edilemeyen SIBO hastalarının son durağı olan ve bu konuda birçok önemli çalışmaya imza atmış Dr. Mark Pimentel ve çalışma arkadaşları bulmuşlar. Daha önceki SIBO yazılarımda da bu konuya kısaca değinmiştim. Şimdi Allison Siebecker’ın anlatımıyla yeniden izah edelim: “Salmonella ve Campylobacter jejuni gibi patojenik bakterilerin içerdiği bir toksin var: cytolethal distending toxin. Bu toksinin B kısmı sorunlu olduğu için kısaca CDTB deniyor. CDTB bizim ince bağırsağımızda bulunan ve ICC denen bir sinir hücresi türümüze çok benzer bir yapı gösteriyor. Bu sinir hücresi türü de ince bağırsağın temizlenmesini sağlayan dalga hareketleri için büyük önem taşıyor. Bu hareketleri sağlayan sisteme MMC (migrating motor complex) deniyor. MMC, bakteri ve diğer atıkların ince bağırsaktan ileri, kalın bağırsağa doğru temizlenmesini sağlıyor. Bu hareket yemek aralarında ve uyurken gerçekleşiyor.”
CDTB’nin bu sinir hücrelerindeki yapıya benzemesi neden sorun oluşturuyor?
“ Çünkü bağışıklık sistemimiz CDTB’yi hedef aldığında sinirlerimizde bulunan, vinkülin adı verilen bu yapıyı da hedef almaya başlıyor. Kendi kendine saldırmış oluyor. Yani bu durumda otoimmün bir sorunla karşı karşıyayız demektir!”
- İşte can alıcı bir bilgi, sıkı durun!
“Bu bilgi bizi IBS için bir test geliştirilmesine götürüyor. Dr. Pimentel’in geliştirdiği testte, kanda CDTB’ye (vinkülin’e) karşı antikorlar ölçülüyor. Yaklaşık üç yıldır yapılan bir test bu. Dr. Pimentel bu testi çölyak ve inflamatuvar bağırsak hastalığı (ülseratif kolit ve Crohn hastalıkları) olanların testleriyle karşılaştırmış ve testi pozitif olanlarda inflamatuvar bağırsak hastalığı olmadığını, çölyak görülme olasılığının ise çok düşük olduğunu görmüş. Yani enfeksiyon sonrası (besin zehirlenmesi sonrası) IBS pozitif bulunursa ülseratif kolit ve Crohn hastalığınız yok demektir.
“Bu önemli, çünkü IBS şikayeti olanlarda bu hastalıkların olmadığından emin olmak için kolonoskopi, endoskopi gibi oldukça zor testlerin yapılması gerekiyor. Bu basit kan testinin pozitif çıkmasıyla ise diğer durumların bulunmadığını söylemek mümkün oluyor.” (Buradan laboratuvarlara sesleniyoruz!)
- IBS ve SIBO tedavilerine dair hatalı yaklaşımlar
“IBS’in tedavisine semptomlara göre teşhis konarak hemen başlanması öneriliyor. Diyette değişiklikler, probiyotik ve prebiyotikler IBS’te uygulanan ilk adımlar. Belki 2-3 ay bunları denemek düşünülebilir ama ilerleme sağlanamıyorsa bu kişide başka ne sorunlar olduğu sorgulanmalı.” (Bence bu 2-3 ay beklenmeden yapılmalı.)
“Örneğin endometriosis, Lyme, laktoz intoleransı, hipotiroidi, diyabet, IBS’e sebep oluyor olabilir. Ancak hasta bunlarla ilgili ipucu vermeyi atlayabilir. Örneğin ilgisi olmadığını düşünerek ağrılı adet geçirdiğinden bahsetmeyebilir.
“IBS semptomları mutlaka yiyecek ve içeceklerle tetiklenir. Stres de büyük bir tetikleyicidir. Ancak stres yaygın olarak söylenenin aksine çok az durumda ana etkendir. Genelde yalnızca semptomların ortaya çıkmasını tetikler.”
(Bu kısmı özellikle dahil etmek istedim çünkü birçok kronik hastalıkta olduğu gibi IBS’te de hastalara durumlarının nedeninin stres olduğu söyleniyor çoğu zaman. )
“SIBO’da da altta yatan sebeplerin araştırılması önemli. Bazı hastalarda bunları çözmek mümkün olmuyor. Bu hastaların, diyetle semptomları kontrol altında tutmaları, yemek aralarını açmaya çalışmaları, zencefil içeren takviyeler gibi prokinetikler kullanarak MMC’yi düzenlemeleri yardımcı olabilir. Gece 12 saat açlık ve mümkünse günde en az bir kez öğünler arasında kalorili içeceklerin de içilmediği 4-5 saat süren açlık uygulanabilir. Hatta Mark Pimentel bunun 5 saat olmasını öneriyor. Kan şekerini ayarlamakta zorlandığı için sık yemesi gerekenler kendilerine uygun olan bir denge noktasını bulmaya çalışmalı.”
Bunların dışında…
Allison Siebecker oldukça uzun süren konuşmasında SIBO testlerinden, bitkisel ve farmasötik antibiyotiklerden, elemental diyetten ve diğer diyetlerden bahsetti. MMC’yi düzeltmek ve geri dönüşümü azaltmak için prokinetiklere değindi (Bunlar başlıca zencefil içeren takviyelerden oluşuyor). Bu konuları daha önceki yazılarımda da anlattığım çin tekrarlamıyorum.
SIBO testleri konusunda şu anda yapılan hidrojen ve metan gazlarını ölçen testlere ek olarak hidrojen sülfitin de deneysel olarak ölçülmeye başlandığını ve önümüzdeki dönemde bunun önem kazanacağını söyledi. Ben demiştim demek istemiyorum ama bunu da daha önce yazmıştım:) Ayrıca bu konuyu, konunun ana uzmanı Mark Pimentel’den aktarmak istiyorum. Bu zirvedeki konuşmasında hidrojen sülfit gazının çözülemeyen SIBO vakalarında aradığımız eksik parça olabileceğinden bahsediyor. Sonraki yazımda Mark Pimentel’in bu konuşmasının önemli başlıklarını aktaracağım.
Allison Siebecker’ın anlattıklarından benim çıkardığım ders, semptomlarımıza isim koymak kadar, onlara neyin sebep olmuş olabileceğini bulmanın da çok önemli olduğuydu. Elbette sebebi bilmesek bile durumu düzeltmek için elimizdeki yöntemleri kullanacağız. Ancak “strestendir” diye geçiştirmenin artık kabul edilemeyeceği oranda yeni bilgiler ediniyoruz. Yalnızca biraz olsun araştırmaları takip etmek bile birçok insanda çok daha iyi sonuçlar alınmasına yardımcı olacaktır.
Çok teşekkürler. Özveriniz için….
Ben de size teşekkür ederim, vakit ayırıp yazdığınız için:)
Stres’tendir !! Aman stres yapma..! Stres yapacagina yee gitsin… 🙂 seklinde kendimizi avuturken gozden kacan milyonlarca detay var isin temelinde. Artik gercekten kafam davul oldu..Ben sonuca, cozume ulasmaya calistikca isin boyutlari buyuyor gibi..Bilim sen ne muthis seysin ve iyi ki bilimsel dusunen kafalar var… Biraz karisik oldu duygularim ama sen anlamissindir. Eline saglik her zamanki gibi guzel derlemissin arkadasim..!
Anladım ben:D Bir yandan sürekli gelen yeni bilgi yağmuru, diğer yandan sanki işe yarar cevaplar almaya başladığımızın, yalnızca semptomları baskılayan tedavilerin ötesine geçebildiğimizin yarattığı umut! Kafalar almamaya başlasa da, bütün öğrendiklerimiz birbirine girse de kendimizi de alamıyoruz bu olanları öğrenmeye çalışmaktan:)
işte bu yüzden “fonksiyonel tıp”. diyebiliriz o zaman
Evet kesinlikle…