Skip to main content
Tag

toksik

Civa Toksisitesine Karşı Genetik Yatkınlık

Bazı insanlar, yaşadıkları sağlık sorunlarının, amalgam dolguları yapıldıktan ya da gerekli önlemler alınmadan söküldükten sonra başladığını gözlemlerken, diğerleri senelerdir amalgam dolguları olduğu halde kendilerini sağlıklı hissedebiliyorlar.

Tabi ki herkesin sağlıklı olma kriteri farklı olabilir. Vücudu ciddi alarmlar veren biri, bu belirtilerle yaşamaya o kadar alışmıştır ki kendini sağlıklı olarak addediyordur.

Yine de civaya maruz kalan herkeste aynı sorunların görülmediğini söylemek yanlış olmaz. Bazı insanlar civa ya da başka toksinlerle daha kolay baş edebiliyor gibi görünürken, diğerlerinde bu tip toksinler birçok sağlık sorununa yol açabiliyor.

Neden bazı insanlar diğerlerine göre civadan daha fazla etkileniyor? 

Bunun birçok sebebi olabilir: Maruz kalınan toksinlerin miktarı, bu miktarın zaman içerisinde mi biriktiği yoksa bir anda mı maruz kalındığı, aynı anda birden fazla toksine maruz kalınması ve birbirlerinin etkisini kat kat artırmaları, vücutta var olan patojen bakteri toksinlerinin de işin içine girmesi gibi…

Giderek daha çok dikkatleri çeken başka bir sebep ise kişinin genetik diziliminde görülen bazı normalden sapmaların (polimorfizm veya SNP’lerin) o kişiyi toksinlerin etkilerine karşı daha hassas hale getirmeleri.

2015 yılında Amerikan Diş Hekimleri Birliği üyeleri üzerinde yapılan bir çalışmayı anlatan makalenin giriş kısmında şu yoruma yer verilmiş:

“ Cıvanın risk değerlendirmesini yaparken karşılaşılan en büyük zorluklardan biri, benzer cıva miktarlarına maruz kaldıkları halde, […] saçta ölçülen cıva miktarları açısından toplulukların bireyleri arasında çok büyük farklar olması (Canuel ve arkadaşları, 2005).” Yani kişiler aynı miktarda civaya maruz kalıyor gibi görünse de atabildikleri civa miktarları farklı olabiliyor. Devam edelim… “Bireyler arasındaki cıva miktarındaki farkı, maruz kalınan cıvanın kaynağı ve dozu bir derece açıklasa da, cıvanın emilim, dağılım ve atım süreçlerindeki (başka bir deyişle toksikokinetiğindeki) farklılıklar da bu ayrımın oluşmasında önemli bir rol oynuyor olabilir. Cıva toksikokinetiği, örneğin cıvayı taşıyan, oksitleyen veya indirgeyen fonksiyonel enzimlerdeki ve proteinlerdeki değişikliklerden etkilenebilir(Gundacker ve arkadaşları, 2010).” (1)

Woods 2013 yılında 500 çocuk üzerinde yaptığı çalışmanın sonucunda demiş ki:

  • Vücutta metallotionein üretilmesini sağlayan genlerdeki anormallikler (SNP’ler), çocukların civa nörotoksisitesine yatkınlığını artırıyor.

  • Civa ve nörodavranışsal performans arasındaki ilişki en fazla erkek çocuklarda gözlemlenmiş.

  • 2 metallotionein SNP’ine sahip çocuklarda, civanın performans üzerindeki kötü etkisi en yüksek seviyede ölçülmüş. (2)

Şimdi bir de metallotioneinin vücutta ne iş yaptığına bakalım:

Metallotioneinler, sülfhidril grupları içeren çinko, bakır, demir, kadmiyum, civa ve başka metallere bağlanan küçük proteinlerdir (3). Bu özellikleriyle çinko metabolizmasını düzenlemekle birlikte aynı zamanda vücutta doğal şelatör görevi de görürler ve toksik metallerin vücuttan atılmasında rol oynarlar (4).

Metallotioneinlerin görevini daha iyi anlayabilmek için yapılan bir deneyde, araştırmacılar farelerin MT-I ve MT-II genlerini susturmuşlar. Bunun farelerde gelişimsel olarak hiçbir etkisi olmamış gibi görünse de kadmiyum zehirlenmesine karşı daha duyarlı hale gelmişler. Öte yandan MT genlerinin arttırılması ise kadmiyuma dirençlerini artırmış (5).

Kısacası yalnızca bir proteini üreten bir gendeki farklılık bile metallerin ve dolayısıyla civanın atılımını kötü yönde etkileyerek vücudun baş edemeyeceği kadar çok toksin birikmesine yol açabilir.

Daha önce yazdığım “Amalgam Konusu” başlıklı yazımda civa araştırmalarında öne çıkan başka genetik varyasyonları da bulabilirsiniz.

Genetik olarak şanssızsak…

Artık genlerimizin kader olmadığını biliyoruz. Epigenetik bilimi gösterdi ki çevresel faktörler, genlerin nasıl dışa vurulacağı konusunda oldukça büyük rol oynayabiliyor. Vücudunuz için yarattığınız ortam, genlerin açma kapama düğmelerini kontrol edebiliyor. Yedikleriniz, uykunuz, güneş ışığı almanız, doğada zaman geçirmeniz, iyi sosyal ilişkilerinizin olması, doğru nefes almanız gibi birçok etken bu ortamın daha iyi olmasını sağlayabilir. Bunların alakasız olduğunu düşünebilirsiniz ancak her biri vücuttaki biyokimyasal olayların tıkır tıkır yürümesini kolaylaştıran unsurlar.

Tabi vücudun toksinlerle baş edebilme gücünü artırmaya çalışırken, dışarıdan maruz kalınan toksinleri elimizden geldiğince azaltıp bedenin yükünü hafifletmemiz gerektiğini de hatırlayalım…

Hamileler, Emzirenler ve Bebek Sahibi Olmak İsteyenlerde Amalgam Sökümü

“Hamile ve emzirenlerde amalgam sökümü yapılabilir mi?”, “Bebek sahibi olmak istiyorum, amalgam sökümünden ne kadar süre sonra hamile kalmalıyım?” Bu sorular sık sık aldığım sorular… Bu yazımda bunlara cevap vermeye çalıştım. Bunu yaparken cıvanın atılmasıyla ilgili bazı çalışmalardan da örnekler verdim. Bence bu örnekler yalnızca hamileler, emzirenler ve hamile kalmak isteyenler için değil, amalgam dolgularla ilgili soruları olan herkes için ilginç bilgiler taşıyor. Bu yüzden hem hastaların hem de hekimlerin faydalanabilecekleri bir yazı olduğunu düşünüyorum.

IAOMT (Uluslararası Ağız Sağlığı ve Toksikolojisi Akademisi) amalgam dolguların hastaya, hekime ve yardımcı personele zarar vermeden sökülebilmesi için oldukça detaylı önlemlerden oluşan SMART protokolünü oluşturmuş (Detaylarını ve dikkat edilmesi gereken noktaları bu yazımda anlatmıştım). Bu protokolü inceleyecek olursanız, hastanın cıvaya maruz kalabileceği bütün yolların hesap edildiğini ve buna karşı oldukça titiz tedbirlerin önerildiğini görebilirsiniz. 

Bütün bu önlemlere rağmen IAOMT, SMART protokolüne uyulsa bile asla cıvaya maruz kalınmaz gibi bir iddiada bulunamayacağımızı söylüyor. Akla şu soru gelebilir: Ağzında çok fazla amalgamı olan birinin her gün dolgulardan aldığı cıva mı daha fazladır yoksa önlem alınarak sökülse bile işlem sırasında maruz kalınabilecek olan cıva mı? Bu soruya cevap vermek güç. Bu, işlem sırasındaki bazı küçük detaylara (rubber-dam’in sızdırmazlığı sağlandı mı, dolgular büyük parçalar halinde mi çıktı, burnu tam kapatan bir oksijen maskesi kullanıldı mı vb.) ve sökümü yapılacak dolgu sayısına ve büyüklüğüne göre değişir büyük ihtimalle. Yine de işlem sırasında gelişebilecek herhangi bir aksaklık ihtimaline karşın, hamile ve emzirenlerde hiç amalgam sökümü yapmamak daha güvenli kabul edilebilir.

Hamile veya emziren birinde amalgamlı bir dişe acil müdahale edilmesi gerekirse?

Elbette dişte, tedavisi ertelenemeyecek bir sorun gelişirse (amalgam dolgunun bir parçasının kırılması ve kalan parçanın yutulma riski olması gibi) hamilelik ve emzirme dönemlerinin bitmesi beklenemez. Bu durumda, yukarıda bahsettiğim SMART protokolünün titizlikle uygulanmasına ek olarak, işlemden itibaren 3-4 gün boyunca annenin sütünü sağıp atması, bunun için de işlemden önce bebeğe bu sürede yetecek kadar sütün sağılıp saklanması öneriliyor (Bu öneriler Chris Shade ve Andy Cutler gibi amalgamın zararları ve şelasyon yöntemleri üzerine çalışan araştırmacılara ait). Bu süre boyunca bebeği ya da artık meme bağımlısı olmuş bir ufaklığı emzirmemek çok güç biliyorum… Ama dişte ağrı gibi ertelenemeyecek bir durum varsa alınabilen bütün önlemleri alarak dolguyu sökmekten başka çare yok…

Şimdi gelelim hamilelikle ilgili ikinci konumuza…

Amalgamlar hamile kalmadan en geç ne kadar önce sökülmeli?

Bu konuya ilişkin farklı öneriler var. Örneğin cıva toksisitesi konusunda sadık bir hayran kitlesi olan kimyager Andy Cutler’a göre, ağızdaki amalgamlar tamamen çıkarıldıktan birkaç ay sonra, organlarda birikmiş olan cıva, atılmak üzere kana geçmeye başlıyor. Andy Cutler’a göre hamile kalmadan önce cıvanın atıldığı bu dönemin geçmesi beklenmeli ve bu da yaklaşık 18 ay sürüyor (12 ay şelasyon ve 6 ay bekleme dönemi).

Andy Cutler’ın bu iddiası doğru mudur bilmiyorum çünkü kendi yorumundan başka kaynak yok. Ancak tabi ki hamile kalmadan ne kadar uzun süre önce sökülürse o kadar iyi olacağını söylemek herhalde yanlış olmaz. 

Ama bazen bu kadar beklemeye vakti olmayan hastalarımız oluyor. Onlar amalgamları söktürmeden hamile kalsalar daha mı iyi?

Kişisel fikrim, amalgam dolgularla hamile kalıp hem hamilelik hem de emzirme döneminde bebeği her gün dolgulardan gelen cıvaya maruz bırakmaktansa hamilelik öncesi dolgulardan kurtulmanın daha iyi olacağı yönünde. 

Söküm sonrasında, uzun dönemdeki kan ve idrar cıva değerlerini gösteren aşağıdaki çalışma bu fikri değerlendirmemize yardımcı olabilir (1)

Bu çalışmada amalgam sökümü sırasında bir grup hastaya ağızda lastik örtü (rubber dam) kullanılmış, diğer gruba ise lastik örtü olmadan söküm yapılmış. Lastik örtü, sadece çalışılan dişlerin açıkta kalmasını sağlıyor ve genel diş hekimliğinde dişlerin tükürük ve kan olmadan tedavi edilmesi için kullanılıyor. Amalgam sökümünde ise amalgam parçalarının yutulmasını engelliyor.  

Fotoğrafta mor olarak gördüğünüz, dişleri açıkta bırakıp ağzı örten örtü “lastik örtü” (rubber dam) olarak adlandırılıyor.

 

Bahsettiğim çalışmada önlem olarak yalnızca lastik örtü uygulanmış, SMART protokolünün diğer önlemleri alınmamış (Bütün önlemlerin listesine şu sayfadan ulaşabilirsiniz). Söküm öncesinde, sökümden hemen sonra ve devamındaki 1 yıl içerisinde çeşitli zamanlarda hastalardan kan ve idrar örnekleri alınmış.

Kan seviyelerini gösteren aşağıdaki grafiği incelerseniz, lastik örtü kullanılmayan grupta diğer gruba göre cıva seviyesinde çok ciddi bir yükselme olduğunu görebilirsiniz. Sonrasında ise önlem alınanlarda yaklaşık 50 gün içinde, alınmayanlarda ise 50-100 gün arasında kan cıva seviyeleri amalgamların ağızda olduğu dönemdekinden aşağıya iniyor. Kısacası kandaki cıva seviyesinin ortalama 3 ay içerisinde başlangıçtakinden daha düşük ve stabil bir noktaya geldiğini söyleyebiliriz.

Düz çizgi lastik örtü kullanılanları, kesik çizgiler kullanılmayanları gösteriyor.

Bir kez civaya maruz kalındığında, şelasyonla kan seviyeleri azaltıldığı halde 17 yıl sonra bile hala dokularda cıvaya rastlandığını kadavra çalışmalarından biliyoruz (2). Bu yüzden hamilelik öncesindeki amaç, dokularda biriken cıvayı sıfırlamak değil, vücutta dolaşan cıvayı stabil hale getirmek aslında. 

Kandaki cıva seviyelerinin ne kadar sürede azaldığına dair başka bir örnek de 1970’lerde Irak’taki elim kazanın bulgularından geliyor. Irak’taki olayda, çiftçiler kendilerine ekmeleri için dağıtılan ve koruyucu olarak metil cıva içeren (!!!) buğday ve arpayı yemeye başlamışlar. Bundan birkaç ay sonra hastaneler ciddi sağlık sorunlarıyla gelen hastalarla dolmaya başlamış. 

Bu kaza sırasında yapılan bir çalışmada cıvanın kan seviyesinin yarılanması için gereken süre 40 ile 105 gün arasında bulunmuş (3).

Cıva konusunda çalışan başka bir araştırmacı olan Chris Shade’in referans gösterdiği (4) (ama orijinalini bulamadığım) çalışmaya göre ise hassas gruplarda bu süre 120 güne kadar çıkmış. (Bu sürelerin, kan seviyesinin tam olarak eski haline gelmesi için değil, başlangıçta ölçülen miktarın yarılanması için gereken süreler olduğunun altını çizmek istiyorum.) 

Sağdaki grafikte zehirlenenlerden bazılarında civanın kanda ölçülen yarılanma ömrünün 120 güne kadar çıkabildiği görülüyor.

Tabi bu tarz zehirlenmelerde cıva seviyeleri o kadar çok yükseliyor ki cıvanın yarısı vücuttan atıldığında bile kalan miktar hala çok yüksek oluyor. Yine de cıvanın vücuttan atılma süresini anlamamıza yardımcı olmaları açısından önemli örnekler. 

Bana kalırsa tüm bu bilgilere rağmen hala herkese önerilebilecek net bir süreden bahsedemeyiz.  Bu süre, maruz kalınan cıva miktarı, kişinin detoks sistemlerinin ne kadar iyi çalıştığı, destekleyici diyet ve yaşam tarzı müdahaleleriyle değişebilir. Bu yüzden bu sürenin kişiye özel olarak belirlenmesi daha doğru olabilir. Tek bir dolgusu olan, çok titiz bir şekilde bunu söktüren, belirgin sağlık sorunları olmayan biriyle, 8 tane dolgusu gelişigüzel sökülmüş, zaten halihazırda sağlık sorunlarıyla boğuşan birinin dolaşımlarındaki cıva seviyeleri aynı olmayacaktır. Hamilelik öncesinde dolgular sökülmeden önce ve sonra kan testleri yaptırıp değişimi gözlemlemek de mümkün olabilir. 

Özetle…

Bence amalgam dolgular ileride hamile kalma ihtimali olan bütün kadınlarda sökülmeli, yakın zamanda hamile kalmak isteyenlerde sökülüp en azından 3 ay kadar beklenmeli, hamile veya emzirenlerde ise ancak çok acil bir durum olursa sökülmeli. Tabi bütün hepsinde mutlaka cıvaya maruz kalmayı en aza indirecek şekilde önlemler alınmalı. Ve kişinin detoks sistemlerini destekleyecek bir diyet ve yaşam tarzı unutulmamalı…

Kaynaklar
  1. Ref. Berglund, A., & Molin, M. (1997). Mercury levels in plasma and urine after removal of all amalgam restorations: The effect of using rubber dams. Dental Materials, 13(5-6), 297–304. doi:10.1016/s0109-5641(97)80099-1 https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/9823089
  2. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/8793247
  3. Bakir, F., Damluji, S. F., Amin-Zaki, L., Murtadha, M., Khalidi, A., Al-Rawi, N. Y., … Doherty, R. A. (1973). Methylmercury Poisoning in Iraq. Science, 181(4096), 230–241. doi:10.1126/science.181.4096.230 https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/4719063
  4. https://www.youtube.com/watch?v=20b7y9tTY3E&t=1360s
error: İçerik izinsiz kullanılamaz!